Son eklenen

BEYAZ KARGA (THE WHITE CROW) FİLM ELEŞTİRİSİ

Bugünkü film eleştirisi konumuz, The White Crow yani Beyaz Karga filmi oluyor. Biyografik filmleri seviyorsanız bu filmi kesinlikle izlemelisiniz. Lafı fazla uzatmadan eleştirimize geçelim: Filmin yönetmen koltuğunda usta yönetmen Ralph Fiennes’ı görüyoruz. Filmde meşhur balet Rudolf Nureyev’in hayatı, sanatla arasındaki bağı, Sovyetler Birliği ile yaşadığı durumları görüyoruz. Tüm bu olaylar estetik bir gerilimde sunulmuş. Rudolf, oldukça geçmiş bir zamanda Sovyet treninde dünyaya geliyor. Doğduğu tarih ise 17 Mart 1938 oluyor. Daha 5 yaşında bir çocukken yaşadığı yerin yönetimini Joseph Stalin alıyor. O esnada fakir olan annesi, kendisinin iyi bir eğitim alarak kurtulması için Rudolf’u devlet desteği ile bir sanat okuluna yazdırıyor. Filmin ilerleyen sahneleri boyunca ise dünyanın en eşsiz baletlerinden biri olmayı başaran Rudolf Nureyev’in başarı macerasını izliyoruz. Film, meşhur baletin bu eşsiz serüvenini, travmatik birtakım yaşadığı durumları, güçlü mü güçlü diyebileceğimiz karakterini anlatıyor. Filmde bunların sanatçının 23 yaşındayken çıkmış olduğu bir Avrupa turnesi sırasında yaşadığı şeyler üzerinden anlatıldığını fark ediyoruz.

Rudolf, daha küçük bir çocukken yönetim bir anda değişir ve yaşadığı ülkede bulunan sanatçılar oldukça tatsız bir süreç yaşamaya başlar. Bu süreç, yoğun bir baskı altında kalma süreci olmaktadır. Konstrüktivistler, devrimin en büyük sözcüleriydi. Stalin yönetimi devralınca beraber Stalin’in beğeneceği eserler üretmeleri için zorlanmaya başlıyorlar. Bahsi geçen baskıcı güç, Lenin’in getirdiği devrimin ününü sürdürecek kişiler olarak gördüğü kişilerin başında yer alan Vladimir Tatlin, baskı sonucunda akli melekelerini kaybetmiştir. Moholy Nagy ise ülkeden başka bir yere kaçmıştır. Birçok kişi de Sibirya taraflarına sürülüyor. Geriye birçok sanatçı kalmışsa bile dönemin getirdiği sanat anlayışını zorla benimseyerek hayatlarını kazanmaya çalışmışlardır. Bu dönemde en çok da bilime ve sanata yatırım gerçekleştirilmiştir. Tüm sanatçılar ve bilim insanları, istihbarat aracılığı ile takip edilerek en küçük bir sorunda uyarılmıştır. Bu küçük sorunlar kapitalizmi savunacak raddeye geliyorsa da cezalandırılmaya başlamışlardır.

Bu denli zor zamanları bir şekilde atlatıp 23 yaşına basan Rudolf Nureyev, Avrupa’da gerçekleşecek olan bir turne kapsamı içerisinde kardeşliğin ülkesi olarak da bilinen Fransa’ya yolculuk etmek üzere yola çıkar. Her şeyiyle ilgi çeken Paris, genç balet için kusursuz bir tecrübe adeta. Tam olarak böyle bir şehirde, ufak yaşlardan beri arayıp durduğu ve noksanlığını hissettiği bir ögeyi bulacağını düşünüyor. Sonra oyuncak bir tren çıkıyor karşısına. Her şey bir anda değişiveriyor sanki usulca. Bu oyuncak tren, yaşadığı travmatik günleri bir anda yeniden önüne sürüyor.

Fransa’da gerçekleştirilen ilk gösterilerden birinden sonra Avrupalı arkadaşları kendisini Clara Saint adlı kişiyle tanıştırıp bir araya getirir. Clara, erkek arkadaşını yakın bir zaman diliminde hazin bir trafik kazasında kaybetmiştir. Rudolf ile bir anda yakın dost olurlar. Beraber öyle fazla vakit geçirirler ki KGB yani Rus İstihbarat Teşkilatı bu durumu kötü bir şeymiş gibi anlamaya başlıyor. Rudolf fazlasıyla asi bir karakter, Sovyetler Birliği’nden tarafına gelen hiç kimseye itimat etmiyor. Gösteriye devam etmek amacıyla Londra uçağına binme vakitleri geldiğinde Rus İstihbarat Teşkilatı, Rudolf’u bir anda alıkoyuyor. Üstüne üstlük Moskova’ya dönmek zorunda olduğu da ifade edilince ortalık karışıyor. Saint’in yardımı ile havaalanında ilticasını onaylatıyor ve uzun seneler süresince Sovyetler Birliği’ne dönüş yapmıyor. Tüm film süresince, Rudolf’un hatıralarının sık sık araya girmekte olduğu bir hafızayı seyrediyoruz. Birçok şey kendisine travmatik anılarını hatırlatıyor. Anılara geçerken her şey siyah beyaz oluyor ve bakakalıyoruz öylece… Fazlasıyla sansasyonel bir yaşamı ve gittiği her yerde despot edaları ile tanınan bu meşhur sanatçının iç dünyasını izliyoruz. Başrol oyuncusu aslında gerçek bir balet. Bu da işin daha kaliteli olmasını sağlamış hiç kuşkusuz. Sinematik bir manipülasyona filmde yer verilmemesi de başka muazzam bir ayrıntı olarak izleyiciyi memnun ediyor. 

1 Yorumlar

  1. Filmi izlemedim ama Nureyev i İstanbul da izleme şansım olmuştu yıllar önce. Çok beğendiğim bir baletti.

    YanıtlaSil
Daha yeni Daha eski

İletişim Formu